10 Kasım LPG KABLO

Karagöz Ile Hacivat: Işkembe Çorbası

'Komik' forumunda Serdar Yıldırım tarafından 7 Nisan 2021 tarihinde açılan konu

  1. Serdar Yıldırım

    Serdar Yıldırım Kayıtlı Üye

    Yaş:
    64
    Katılım:
    14 Ekim 2019
    Mesaj:
    77
    Alınan Beğeniler:
    60
    Cinsiyet:
    Erkek
    Ad Soyad:
    Serdar Yıldırım
    Yaşadığınız Şehir:
    16-BURSA
    Araç Modeli:
    Accent Admire 1.3 (2003-2005) LC
    [​IMG]


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İŞKEMBE ÇORBASI
    Hacivat evden çıkar, bir koşu gidip Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar.
    Hacivat: " Karagözüm, koş, hanım işkembe çorbası pişirdi. "
    Karagöz: " Hanım işkence çorbası mı pişirdi? "
    Hacivat: " İşkencenin çorbası mı olurmuş? İşkembe çorbası: Bol sirkeli, sarımsaklı. "
    Karagöz: " Beni evine götürüp işkence mi yapacaksın? "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, ne işkencesi? Seni çorba içmeye çağırdım. "
    Karagöz: " Demek bana işkence yapmaya kararlısın? Seni kolculara söyleyeyim de falakaya yatırsınlar. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, etme eyleme. Beni kolculara teslim etme. "
    Karagöz: " Sakın buradan ayrılma. Tabanlarına on sopa ye de aklın başına gelsin. "
    Karagöz gidince Hacivat evine döner ve samanlığa saklanır. Karagöz ile kolcular, biraz aradıktan sonra, Hacivat'ı samanlıkta bulur. 1. kolcu Karagöz'e sorar: " Bu sana ne yaptı? "
    Karagöz: " Beni evine çağırdı. İşkence yapacakmış. Sonra da pişirip çorbamı içecekmiş. On sopa vurun da akıllansın. "
    2. kolcu: " Yüz sopa vuralım "
    1. kolcu: " O kadarı fazla. Elli sopa yeter. "
    Çaresiz kalan Hacivat, Karagöz'ün boynuna sarılır: "Aman Karagözüm, sen büyüksün. Suçum azdır. On sopa yeter. "
    Karagöz'ün demesiyle kolcular on sopa vurup gider. Karagöz Hacivat'ı ayağa kaldırır, sırtına biner, çevrede dolaştırır. Böyle yapmasının sebebi, Hacivat'ın tabanlarının şişmesini önlemektir. Yoksa Hacivat yürüyemez hale gelirdi.
    Karagöz'den ayrıldıktan sonra Hacivat ağır aksak evine doğru giderken, düşüncelere dalar: " Söylediklerimi yanlış anlayan Karagöz'e mi kızsam, beni dinlemek zahmetine katlanmayan kolculara mı kızsam bilemedim. Belki her üçüne kızmak daha doğru. Bu dünyada niye böyle haksızlıklar, adaletsizlikler olur, onu da çözemedim. Gel de isyan etme. "

    -----------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ'ÜN KARGASI
    Karagöz: " Hacivat, bak karga aldım. "
    Hacivat: " Ne? Karga mı? Ne kargası? "
    Karagöz: " Karga kargası. Nasıl şaşırdın ama? "
    Hacivat: " Çok şaşırdım! Aman Karagözüm, nereden aldın bunu? "
    Karagöz: " Pazardan. "
    Hacivat: " Pazardan mı? Kaça aldın? "
    Karagöz: " Dört akçeye. "
    Hacivat: " Nee? Dört akçe mi? "
    Karagöz: " Evet, dört akçe. "
    Hacivat: " Sen ne yaptın Karagözüm? Hiç bu karga dört akçe eder mi? "
    Karagöz: " Etmez mi? Ya kaç akçe eder? "
    Hacivat: " Bırak dördü, üçü, ikiyi, bir akçe etmez. "
    Karga söze karışır: " Bir akçe etmez miyim? Karagöz kim bu ya? "
    Karagöz: " Hacivat, çok iyi arkadaşımdır. "
    Karga, Karagöz'ün kolundadır. Hacivat'tan yana döner. Sesi tok, duruşu ciddidir. Sert bakar. Hacivat bir adım geriler.
    Karga: " Senin adın Hacivat mı? "
    Hacivat: " Evet Hacivat. "
    Karga: " Nerelisin? "
    Hacivat: " Buralı."
    Karga: " Burası neresi? "
    Hacivat: " Şey, yani Bursa. "
    Karga: " Bursa'nın adı ne zamandan beri şey yani Bursa oldu? "
    Hacivat söyleyecek söz bulamaz. Renkten renge girer. Başını hafifçe öne eğer. Gözlerini kısar. Karagöz'den yana döner. Bakışları, imdat, beni bu kargadan kurtar, Karagöz, der gibidir. Karagöz durumu hemen kavrar. Hacivat'ın süngüsü düşmüştür. Bu bulunmaz fırsatı değerlendirir: " Hacivat korktu. Karga, parçala onu. " diye bağırır.
    Karga: " Sen sus Karagöz, " der. Karagöz susar. Gözlerini kapatır. Bir imparatorluğun çöküşünü dinlemek için, kulaklarını on altı açar.
    Karga, Hacivat'a döner: " Seni kanatsız, tüysüz yaratık seni. Kendini ne sanıyorsun? Beni dört akçeye Karagöz aldı. Sen kendini pazarda sat bakalım. Bırak akçeyi kuruş veren olmaz. Yolarım sakallarını sonra sokağa çıkamazsın. "
    Bunun üzerine Hacivat bir kaçış kaçar ki sormayın.
    Aradan günler geçer. Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat sorar: " Vay Karagöz, karga yok mu? "
    Karagöz: " Yok. Sattım kargayı kurtuldum. Ne belaymış be. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, bela dedin. Sana ne yaptı bu karga? "
    Karagöz: " Ne yapmadı kİ? Geçen gece sabaha kadar uyutmadı. Hayatını anlattı. 200 yaşındaymış. Dünyanın pek çok yerini gezmiş, dolaşmış. Saraylarda yaşamış. Krallarla, prenslerle dost olmuş. Gençliğinde göklerin hakimiymiş. Kartallar, bundan korkarmış. Daha neler, neler.. Sabah olunca yarı uykuluyum ya, sus da biraz uyuyayım, dedim. Sen misin bunu bana diyen. Bana bir daldı. Yere yıktı. Kanatlarıyla vurdu, gagaladı. Ama elinden kurtuldum. Pencereden atlayıp kaçtım. Sokaklarda uzun süre dolaştım. Ağaçlık bir alan gördüm. Oraya girip saklandım. Kendimce hafiften söyleniyordum. Karagöz, ne vızırdayıp duruyorsun, diyen bir ses duydum. Kafamı kaldırıp baktım. Ağacın dalında karga? Ağzım açık bakakaldım. Karga, beni pazara götür, on akçeye sat, dedi. Onu pazarda on akçeye sattım. Bu işten epey karlı çıktım. "
    Hacivat: " Desene bu kargadan ben ucuz kurtulmuşum.. Kargayı kim aldı? "
    Karagöz: " Kilimci Ahmet. Beni yerlerde sürükleyen karga kilimciyi ne yapar? "
    Hacivat: " Halı gibi dokur. Dörde böler, on ikiyle çarpar. "
    Karagöz: " Hal ve gidiş böyle. Bana güle güle " der. Böylelikle iki arkadaş evlerine gitmek üzere birbirinden ayrılırlar.

    ---------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KABAK PİŞTİ, TABAĞA DÜŞTÜ
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat: " Aman Karagözüm, ben de seni arıyordum. "
    Karagöz: " Buldun işte ne olacak? "
    Hacivat: " Hanım evde kabak pişirdi, bir tabak kap da gel. "
    Karagöz: " Senin hanım tabak mı pişirdi? "
    Hacivat: " Tabak değil, kabak pişirdi. "
    Karagöz: " Tamam gelirim. "
    Hacivat geri dönüp giderken, Karagöz arkasından söylenir: " Hanımı evde tabak pişirmiş. Ben evden kabak getirecekmişim. Pişmiş tabağı kabağın içine koyacakmışım. Şu Hacivat hekime bir uğrasa iyi olacak. "

    --------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: DOST ACI SÖYLER
    Karagöz: " Hacivat, biz eski dostuz, değil mi? "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, tabi ki eski dostuz. "
    Karagöz: " Mesela ne kadar eski? "
    Hacivat: " Çok eski. Yılları üst üste toplamak zaman alır. "
    Karagöz: " Dost acı söylermiş, doğru mu? "
    Hacivat: " Doğrudur. Yanlışta olan dostuna acı söylersin. Onu uyarırsın. "
    Karagöz: " Gel o zaman şu kebapçıya girelim. Bana acı söyle. "
    Hacivat: " Karagözüm, neden acı söyleyeyim? Yanlışa düşmedin ki. Acı konuşamam. "
    Karagöz: " Bre Hacivat, acılı Adana söyle. "
    Hacivat: " Ha şu mesele. Olur söylerim. Benim dostumsan sen de bana bir acılı söylersin. "
    Karagöz: " Söyledim gitti ama hesabı ödemen şartıyla. "
    Hacivat: " Olur Karagözüm, hesabı ben öderim. "

    ----------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: HERKÜL
    Hacivat kurbanlık koyun seçmektedir:
    " Karagözüm gel, şu koyunu kucakla. Bakalım elli okka çeker mi? "
    Karagöz koyunu kaldıramaz. Etrafına toplananların bakışlarından etkilenir ve başını öne eğer.
    Hacivat böyle bir fırsatı kaçırmaz: " Yazık sana Karagözüm, bir koyunu kaldıramadın. Oysa bu alanda bir tosunu kaldırdığına ben şahidim. "
    Karagöz başını kaldırır, derin bir iç geçirir: " Doğru o zaman yirmi beş yaşındaydım. Herkes bana herkül demişti. "
    Hacivat: " Şimdi yaşın elli oldu. Herkülün heri gitmiş, külü kalmış. Bir yirmi beş yıl sonra külün de kalmaz. "
    Seyredenlerden gülenler olunca Karagöz Hacivat'ın alay ettiğini anlar. Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Yakasından yakalar. Hacivat gömleğini çıkarıp, Karagöz'ün elinden kurtulur ve kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat'ı kovalar ancak yakalayamaz.

    ------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: DEVE ÇORBASI
    Hacivat: " Karagözüm, yanında torba var mı? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Torba, torba. Şuradan biraz ot yolalım. "
    Karagöz: " Sabah içtiğim mercimek çorbası. "
    Hacivat: " Çorba değil, torba dedim. "
    Karagöz: " İşkembe çorbası, yayla çorbası. "
    Hacivat: " ? "
    Karagöz: " Tavuk çorbası, deve çorbası. "
    Hacivat: " Ötekiler neyse de deve çorbası ne alaka? "
    Karagöz: " Deveyi yatırırsın falakaya. "
    Hacivat: " Hani deve nerede? "
    İşte diyen Karagöz hamle yapınca Hacivat kaçar. Arkasından koşan Karagöz, dur kaçma, elli sopa hediyem olsun, diye bağırır.

    -------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİR KÜP ALTIN
    Karagöz kuyu açmak için, bahçeyi kazarken bir küp altın bulur. Çok sevinir. Bir saat sonra Bursa'da Karagöz'ün altın bulduğunu duymayan kalmaz. Halk, kapının önünde uzun kuyruklar oluşturur. Karagöz sıradan gelene on altın verir. Altınlar giderek azalmaya başlar. Hacivat Karagöz'ün altın bulduğunu ama bu altınları dağıttığını duyunca soluğu Karagöz'ün yanında alır.
    Hacivat: " Aman Karagözüm, altın bulmuşsun, iyi, güzel de bulduğun altınları neden dağıtıyorsun? "
    Karagöz: " Altınların yarısı bana yeter. Diğer yarısı fakir fukaranın. Onlar da sevinsin. "
    Hacivat: " Karagözüm, sen ne kadar altın buldun? "
    Karagöz: " Bir küp altın. Küp benim boyumdan daha uzun. "
    Hacivat: " Fakir fukaranın diyorsun da kalabalık arasında servet sahibi çok zengin gördüm. Bunların içinde sabahtan beri üç dört defa kuyruğa girenler varmış. Elbise değiştirip tekrar kuyruğa girerlermiş. "
    Karagöz: " Vay köftehorlar? Boşuna değil şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirip bakışlarını kaçıranlar vardı. "
    Hacivat: " Bu zenginler daha zengin olursa halkı çok fazla ezer. Zenginleri şımartma. Dağıtımı kes. Kalan altınları sayalım. Kendine yetecek kadarını ayır gerisini yarın ben senin yanında gerçek ihtiyaç sahiplerine veririm. "
    Karagöz: " Tamam Hacivat, dediğin olsun. "
    Karagöz halktan yana dönerek, bugünlük dağıtım bitti. Yarın altınları Hacivat dağıtacak deyince homurtular artar, kalabalık dağılır.
    Hacivat Karagöz ile birlikte bahçeye çıkar. Karagöz küpte kalan iki avuç altını Hacivat'a verir ve başka altın kalmadığını söyler. Hacivat düşer, bayılır. Daha sonra ayılan Hacivat, bu altınları da dağıtır korkusuyla Karagöz'ün verdiği altınlarla birlikte evinin yolunu tutar.
    Ertesi sabah küpteki altınların sıfırlandığını duyanlar, Karagöz'ün evinin önünden uzaklaşır. Karagöz bakkala peynir, ekmek almak için gider ama borç bini aştı, dün neden ödemedin borcunu diyen bakkal veresiyeyi kestiğini söyler. Karagöz başı önde evine döner.
    Daha ertesi sabah Hacivat eve gelir. Karagöz üzgündür. Keşke altınları dağıtmasaydım, seni çağırsaydım. Böyle aç- susuz kalmazdım, der.
    Hacivat: " Yani artık akıllandın. "
    Karagöz: " Akıllandım ama gitti altınlar, tükendi. "
    Hacivat, Karagöz'ün verdiği altınları çıkarır. Altınlar tükenmedi Karagözüm, bunlar bana verdiğin altınlar. Al, hepsi senin der ve altınları verir. Karagöz altınları alır ve gözlerinden iki damla yaş akar. Hacivat'a sıkıca sarılır. İşte gerçek dost böyle olur, der.
    Hacivat: " Bir küp altın daha bulsan yine dağıtır mısın? " diye sorar.
    Bunun üzerine Karagöz: " Bir daha yanlışa düşmem. Kimseye haber vermem. Altınları bozdurur harcarım. " der.

    -----------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÜZÜM ÜZÜME BAKAR
    Karagöz: " Sana bir atasözü söyleyeyim, Hacivat. "
    Hacivat: " Söyle bakalım Karagözüm. "
    Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka conki. "
    Hacivat: " Bu ne biçim atasözü? "
    Karagöz: " Yanlış mı söyledim. "
    Hacivat: " Tabi yanlış söyledin. "
    Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka Karagöz. "
    Hacivat: " Yine yanlış. "
    Karagöz: " Neresi yanlış. "
    Hacivat: " Sonu yanlış. Atasözünde adının işi ne? "
    Karagöz: " Karalı bir şey vardı sonunda. "
    Hacivat: " Doğru. Üzüm üzüme baka baka kara.. "
    Karagöz: " Buldum. Kara kara. "
    Hacivat: " Hayır. "
    Karagöz: " Karabiber. "
    Hacivat: " Olmaz. "
    Karagöz: " Belki şöyle olur. Ben kendi aklıma göre söylesem. "
    Hacivat: " Söyle bakalım. "
    Karagöz: " Hacivat Karagöz'e baka baka Karagöz. "
    Hacivat: " Hayda? Bu ne demek? "
    Karagöz: " Yani sen bana baka baka Karagöz oldun. "
    Hacivat: " Ben Karagöz olduysam sen de bana bakarak Hacivat oldun. "
    Karagöz: " O zaman gel yer değiştirelim. Ben oraya sen buraya. "
    Hacivat: " Şimdi ne oldu? "
    Karagöz: " Ben Hacivat oldum, sen Karagöz. "
    Hacivat: " Öyle olsun. Senin sohbetine doyulmaz. Bir yere uğramam gerek. Sonra görüşürüz. "
    Kendini Hacivat zanneden Karagöz Hacivat'ın evine gider. Kapıyı çalar. Kapıyı açan Hacivat'ın hanımına ben Hacivat oldum der ve içeri girmeye kalkar. Hacivat'ın hanımı, seni kendini bilmez, diye bağırır ve mutfaktan kaptığı oklavayla Karagöz'ün kafasına vurur. Aklı başına gelen Karagöz kaçıp gider.
    Akşamüstü eve gelen Hacivat'a hanımı olanları anlatır. Hacivat ise, bugün Karagöz'le konuştuklarını nakleder. Karagöz'ün ikisi arasındaki konuşmaların etkisinde kaldığını söyler. Böylelikle Karagöz evleri şaşırıp bizim eve gelmiş, der.
    Hacivat'ın Hanımı: " Şu senin gözü kara başka birinin daha evine girmeye kalkmasın? "
    Hacivat: " Yok daha neler? Dersini almış. Karagöz aynı yanlışa iki kere düşmez. "

    -----------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İNEGÖL'E ON İŞÇİ
    Hacivat: " Haydi, son bir kişi araba kalkıyor. Vay Karagözüm, hoş geldin. Araba kalkıyor. "
    Karagöz: " Hı. "
    Hacivat: " At arabası kalkıyor. İşçi gideceksin. İnegöl'e patates toplamaya. "
    Karagöz: " Dişim ağrımıyor ki, İnegöl'e dişçiye niye gideyim? "
    Hacivat: " Dişçiye değil, işçi gideceksin. "
    Karagöz: " Piştide çok iyiyimdir. Geçen gün nasıl seni kahvede yenmiştim. Herkesin içinde ağlamıştın. "
    Hacivat: " Ah Karagözüm, benim ağlamam yenildim diye değil. "
    Karagöz: " O zaman neden ağladın? "
    Hacivat: " Benim aldığım sayıları kendine yazmışsın. Senin zavallı haline acıdım da ağladım. "
    Karagöz: " Doğru, yenilince zavallı durumuna düşmüştün. Bak ısrar etme yine ağlatırım seni. "
    Bir işçi gelir, araba dolar ve gider. İkinci bir at arabası gelir, kenara yanaşır.
    Hacivat: " Haydi, İnegöl'e on işçi. Günübirlik iş. Gündelik iki akçe. "
    Karagöz: " Az önce kalkan araba nereye gitti, Hacivat? "
    Hacivat: " İnegöl'e gitti. Patatese. Gündelik iki akçe. Çalışan kazanır. "
    Karagöz: " Yazıklar olsun sana Hacivat. Bana neden söylemedin? O paraya ihtiyacım vardı. "
    Hacivat: " Aha? Söyledim ya. Son bir kişi dedim. İnegöl'e patates toplamaya dedim. İşçi gideceksin dedim. "
    Karagöz: " Öyle söylemedin. Dişçiyle, piştiyle kandırdın beni. "
    Hacivat: " Dur Karagözüm, bu arabaya bin. Aynı yer, aynı iş. Atları biraz kırbaçlarsınız, onlardan önce varırsınız. "
    " Demek beni adamlara kırbaçlatacaksın? Bir daha seninle konuşursam iki olsun, " diye yürüyüp giden Karagöz'ün arkasından Hacivat bakakalır.

    ----------------------------------------------------------------------------
    EN AKILLI KARAGÖZ
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat: " Karagözüm, bal almak ister misin? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Şu köşede bal satıyorlar. Kilosu dört akçe. Al istersen. "
    Karagöz: " Zaten eskiden beri benim hayalim. "
    Hacivat: " Hayalin mi? Ne hayali? "
    Karagöz: " Sal satıyorlar dedin ya. Bir sal alıp dünya turuna çıkmak. "
    Hacivat: " Sal değil, bal satıyorlar. Hey koca kafalı, sağır kulaklı. "
    Karagöz: " Doldururdum çoluk çocuğu sala, kürek çeker, okyanusa ulaşırdım. "
    Hacivat: " Okyanusu bırak, herkes bal alıyor. "
    Karagöz: " Herkes fal bakar ama kimse benim gibi fal bakamaz. "
    Hacivat: " ... "
    Karagöz: " Geçen gün kahve falıma baktım. İyi yerdeydim. "
    Hacivat: " Nasıl yani? "
    Karagöz: " Çıkmışım kavağın ucuna, yukarıdan akıl dağıtıyorlar. Ben yüksekteyim ya en çok aklı ben aldım. "
    Hacivat: " Sorması ayıp olmasın, ne yaptın o akılları? "
    Karagöz: " Kaybolmasın diye beynime doldurdum. "
    Hacivat: " Senin beynin akıl dolu da, sen çok akıllısın da ben mi fark edemedim? "
    Karagöz: " Boşuna akıllıyım deme Hacivat, akıl dağıtılırken sen orada yoktun. "

    ------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANDA
    Hacivat: " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da bil. "
    Karagöz: " Sor bakalım ama kolay olsun. "
    Hacivat: " Canı kaymak isteyen, neyi yanında taşır? "
    Karagöz: " Parayı yanında taşır. "
    Hacivat: " Olmaz. "
    Karagöz: " Parasız kaymak nasıl alacak? "
    Hacivat: " Bilmeceyi sulandırma. Olmaz dedim. "
    Karagöz: " Süthaneyi yanında taşır. "
    Hacivat: " Olmaz. "
    Karagöz: " Mandırayı yanında taşır. "
    Hacivat: " Olmaz Karagözüm, olmaz. Bu şey bir hayvan. "
    Karagöz: " Hayvan mı? "
    Hacivat: " Evet, büyükbaş bir hayvan. "
    Karagöz: " Buldum. Fil. "
    Hacivat: " Fil değil. "
    Karagöz: " Filin de sütü var. Sütünden kaymak olmaz mı? "
    Hacivat: " Karıştırma şimdi fili. Bu bir ahır hayvanı. Çamura yatmayı çok sever. "
    Karagöz: " Çamur hayvanı. "
    Hacivat: " ... "
    Karagöz: " Hayvan çamuru. "
    Hacivat: " ... "
    Karagöz: " Tamam buldum. Öküz. "
    Hacivat: " Öküzün sütü nerede? "
    Karagöz: " O zaman inek. "
    Hacivat: " İnek benzeri, manda gibi. "
    Karagöz: " Şimdi aklıma geldi: Manda. "
    Hacivat: " Doğru Karagözüm, bildin. "
    Karagöz: " Bilirim tabi. Benim adım Karagöz. Her sorunun cevabını şıp diye bilirim. "

    Yazan: Serdar Yıldırım
     
  2. Serdar Yıldırım

    Serdar Yıldırım Kayıtlı Üye

    Yaş:
    64
    Katılım:
    14 Ekim 2019
    Mesaj:
    77
    Alınan Beğeniler:
    60
    Cinsiyet:
    Erkek
    Ad Soyad:
    Serdar Yıldırım
    Yaşadığınız Şehir:
    16-BURSA
    Araç Modeli:
    Accent Admire 1.3 (2003-2005) LC
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MİRAS
    Karagöz’e Mısır’daki amcasından bir sandık altın miras kalır. Bunun üzerine Karagöz yakın arkadaşı Hacivat ile beraber bir ticaret gemisine binip Mısır’a giderler. Miras işlemlerini hallettikten sonra yine bir ticaret gemisine binip geri dönerler. Ama Marmara Denizi’nde kürekçilerin isyanı sırasında su alan gemiden yolcular kayıklara binerek kurtulurlar.
    Karagöz ile Hacivat altın dolu sandıkla Mudanya kıyılarına, bindikleri kayıkla ulaşırlar ama sahilde konuşmaya daldıklarından iskeleye iyi bağlamadıkları kayık dalgalara kapılır ve gözden kaybolur. Daha sonra bir at arabasına binerler ve Bursa’daki evlerine dönerler. Bırak bir sandık altını ceplerindeki para da bitmiştir. İş bulup çalışarak para kazanmaları gereklidir ama nasıl bir iş? Onlar aralarında bu konuyu konuşurken tatlı bir sohbete dalarlar. Giderek sohbet koyulaşır, şakalaşmalar artar.
    Karagöz: “ Sence nasıl bir iş tutayım Hacivat. Ama tutacağım iş de az emek harcayıp çok para kazanayım. “
    Hacivat: “ Öyle iş olmaz Karagözüm. Ne demek az emek çok yemek. Az emek az yemek. “
    Karagöz: “ Sen de amma yaptın be Hacıcavcav. Bana az yemek vere vere açlığa mı alıştıracaksın. Biraz insaflı olsan da tabağımı dolmayla doldursan. Pek severim dolmanın yanına köfteyi, ondan sonra pilavı ve şamtatlıyı. “
    Hacivat: “ Bu kadar yeter mi Karagözüm? İstersen nohuttan, musakkadan, makarnadan ve cacıktan da alsan.”
    Karagöz: “ Onları sen ye Hacıcavcav. Benim istediklerimden ikişer porsiyon olsaydı, o yemeklerden birazı sabaha kalsaydı, ne güzel olurdu. “
    Hacivat: “ Tamam Karagözüm, bu istediklerin olur olmasına da, çok çalışırsan, çok kazanırsan, bu yemeklerden yersin. “
    Karagöz: “ Ahh. Ah. Keşke kayığı iyi bağlasaydık ve altınlar kaybolmasaydı. Altınları bozdurur bozdurur harcar, yer içerdik. Keyifli bir hayat sürerdik. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    5. Sınıf Türkçe Kitabı
    Üç Renk Yayınevi
    Soru Bankası
    Yayın Yılı: 2015
    Sayfa: 168

    -------------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: HACİVAT’IN ATI
    Hacivat’ın son zamanlarda işleri iyi gider. Çok para kazanır. Bu birikimi değerlendirmek için, bir yarış atı satın alır. Girdiği her yarışı kazanan meşhur bir at: Küheylan. Olayı duyan Karagöz, Hacivat’ın evine gidip kapıyı çalar. Hacivat pencereye çıkar ve sorar: “ Buyur Karagöz’üm, bir şey mi istemiştin?
    Karagöz: “ Evet Hacivat, bir şey istemiştim. Duyduğuma göre, Küheylan’ı satın almışsın. Onu bana satar mısın? “
    Hacivat: ” Neden olmasın Karagöz’üm. İyi bir fiyat verirsen satarım. De bakalım, ne veriyorsun? “
    Karagöz: “ Hı?..”
    Hacivat: “ Yani kaç para verirsin? Küheylan’ı kaça alırsın? “
    Karagöz: “ On altın veririm. Sattın mı? “
    Hacivat: “ Dur bakalım, Karagöz’üm. Hemen sattın mı olur mu? Bir pazarlık yapalım, değil mi? “
    Karagöz: “ Nazarlık taktırırım, Küheylan’a. Anlaştık o zaman. “
    Hacivat: “ Yapma Karagöz’üm. Alışverişi oldubittiye getirme. On altına Küheylan mı satılırmış? Çık biraz, çık çık. “
    Hacivat’ın ne dediğini tam olarak anlayamayan Karagöz evin merdivenlerini çıkmaya başlar. Sonunda, burnu kapıya dayanır.
    Hacivat: “ Çık Karagöz’üm, çık çık. “
    Karagöz: “ Kapıya kadar çıktım. Daha fazla çıkamıyorum. “
    Hacivat: “ Ben sana merdivenleri çık demedim. Fiyatta çık, yani on altın dedin ya onu arttır, yirmi de, otuz de. “
    Karagöz: “ Yirmi, otuz. “
    Hacivat: “ Çık, çık. “
    Karagöz: “ Elli, altmış. “
    Hacivat: “ Çık, çık. “
    Hacivat’ın çok para istemesine kızan Karagöz bağırır: “ Çık çıkı, çık çık. Sanki zil takıp oynuyorsun. Bre Hacivat, sen ne istiyorsun bu ata, onu söyle bakalım. “
    Hacivat: “ Bak Karagöz’üm, ben atı yüz altına aldım. Üstüne kar da koy. Yüzü geç, yüzü geç.”
    Karagöz: “ Yüzgeç balıklarda olur, alık. “
    Hacivat: “ Hemen sinirlenme Karagöz’üm. Şunun şurasında ne güzel pazarlık yapıyoruz. Bak Karagöz’üm, Küheylan’ı sana veririm ama yüz yirmi altınını alırım. Bir kuruş aşağı olmaz. “
    Hacivat’ın konuşmasına içerleyen ve Küheylan’ı alamadığına üzülen Karagöz, Hacivat’a küser. Bir hafta ne Hacivat’ın evinin önünden geçer, ne de onunla konuşur. Daha sonra iki eski dost tekrar barışırlar.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    4. Sınıf Ata Tatilde
    Ata Yayıncılık
    Sayfa: 14-15
    --------------------------
    4. Sınıf Tüm Dersler
    Gezegen Yayıncılık
    Soru Gezegeni
    Yayın Yılı: 2019
    Sayfa: 39

    ----------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İBİŞ’LE DOMUZ AVI
    Karagöz ile Hacivat, yanlarına İbiş’i de alıp, Uludağ’a domuz avına çıkarlar. Önceleri ellerde ok ve yay, kaşlar çatılmış, bakışlar keskin ormanda domuz ararken, sonraları yorgunlukla birlikte ok yaydan, kaş kaştan, bakışlar keskinlikten sıyrılır. Sıkıntıyı azaltmak için Karagöz’ün anlatmaya başladığı av hikâyeleri başına bela olur, çünkü anlattığının bir numara büyüğünü İbiş’ten duymak, Karagöz’ün giderek sinirlenmesine neden olur. Karagöz, İbiş’i uçurumdan aşağı atmakla tehdit eder.
    İbiş: “ Tamam, beyabi. Kızma bana. Ben de bundan sonra konuşursam iki olsun. Şimdi rahat rahat istediğini anlat. “
    Karagöz: “ Bre İbiş, sussana artık. Bir daha sana av yok. Hacivat, İbiş’i ava giderken yanımıza alalım demek yok artık. Bu son. “
    Hacivat: “ Merak etme Karagözüm. Sen kalbini serin tut. Hiçbir ava İbiş’i götürmeyiz. “
    Daha sonra Karagöz ile Hacivat ve İbiş domuz aramaya devam ederler, fakat ortalıkta hiç domuz yoktur.
    Hacivat: “ Sabahtan beri arıyoruz, bir domuz göremedik. Hayatımda böyle bir şey ne gördüm, ne de duydum. “
    Karagöz: “ Göremeyiz tabi, bu İbiş yanımızdayken. Bunun sesini duyan domuz karşı dağa kaçıyor. İki ok atmış, üç domuz vurmuş. Anlatsana o hikâyeyi bir daha. “
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, sinirlenme. İbiş o hikâyeyi anlattı, geçti. Ben inanmadım. Senin anlattığın hikâyeler daha bir inandırıcı oluyor. “
    Karagöz: “ Doğru, çünkü ben olmuş olayları anlatıyorum. Yıllar önce gençken köyden arkadaşlarla domuz avına gittiydik. On kişiyiz. Ormanda büyük bir domuz sürüsünü tuzağa düşürdük. Etrafını kuşattık. Baktı domuzlar kaçış yok, birer birer yanıma geldiler. Ben de çaldım bıçağı boyunlarına, yirmiden sonrasını sayamadımdı. “
    Hacivat: “ Hah hah ha.. İlahi Karagözüm. Sen de değme avcılara taş çıkartırsın. Avcılıkta, atıcılıkta benden ileridesin. “
    İbiş: “ Benim de yıllar öncesinden bir domuz avı hikâyem vardı, ama beyabi kızar diye anlatamıyorum. “
    Hacivat: “ Yeni bir domuz hikâyesi ha. Ama anlatma. Karagöz’ü kızdırmayalım. Keşke demeseydin. Merakta bıraktın beni, İbiş. “
    Karagöz: “ Ben de meraklandım. Bana bak İbiş, destekli atarsan kızmam ama desteksiz atarsan, seni uçurumdan atarım, bilmiş ol. “
    İbiş: “ Tamam beyabi ve Hacıabi. Atışlar destekli olacak. “ İbiş, konuşmasına devam eder ve ben sekiz yaşındayken der. Karagöz’ün ayağa kalktığını gören İbiş ağız değiştirir. “ Yani on sekiz yaşındayken demek istedim. “
    Bunun üzerine Karagöz: “ Hah öyle söyle. Beni kızdırma. Şimdi devam et. “
    İbiş: “ Manda kadar bir domuz bizim tarlalara dadandıydı. Tarlada mısır, bağda üzüm bırakmadıydı. Ye babam ye. Baktık yedikçe doymaz bu domuz, yakında ağaçları da yer. Babam, dedem, amcam, yeğenlerim ve ben tarlada, bağda nöbete durduk. Ben bağda bekliyorum. Bir gün öğle vakti domuz bağa girdi. Zönk zönk deyip yürüyüp geliyor. Yakaladım domuzu suratına iki tokat, başladı domuz ağlamaya. Bir yandan da,” Abi, ben sana ne yaptım? Neden vuruyorsun?” diye vızırdıyor. Ben de bağırdım. Bak şu bağdaki üzümleri ben mi yedim. Başkasının üzümünü nasıl habersiz yersin. Ben böyle bağırdım ama domuz ne dese beğenirsiniz. Ne yapayım, açım, abi. Yemeseydim de açlıktan ölse miydim? O gün domuzu bıraktım. Bir daha onu oralarda gören olmadı. Çok uzaklara gitmiş olmalı. “
    Karagöz: “ Bre densiz, yine desteksiz attın. Ben seni uçurumdan atayım da gör “ diyen Karagöz, İbiş’in üstüne yürür. Bunun üzerine İbiş kaçar, gider. Daha sonra Karagöz ile Hacivat başka olay olmadan evlerine dönerler.

    ----------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: HIRSIZ
    Bir gece Karagöz’ün evine hırsız girer. Karagöz sabahleyin uyanınca bakar ki, ev tam takır kuru bakır. Hırsız utanmamış ve sokak kapısını söküp götürmüştür. Karagöz olayı zaptiyeye, hanımı da komşulara haber verir. Komşular, evin önünde toplanır ve az sonra iki zaptiye gelir. Karagöz’ün oğlu Yaşar, annesine sarılmış, ağlamaktadır. Küçük Yaşar’ın birkaç parça oyuncağını götüren hırsız acaba onları ne yapacaktır?
    Karagöz’ün evinin soyulduğunu duyan kadim dostu Hacivat, eve gelir ve evde inceleme yapmaya başlar. İki zaptiye olayı soruşturur ve hırsızı yakalayacaklarını söyleyip gider. Zaptiyeler gidince, komşular dağılır. Karagöz ailesinin yanında Hacivat kalır ve Karagöz’ü sorguya çekmeye başlar.
    Hacivat: “ Canım Karagöz’üm, hırsız gelmiş, dolapları, masaları götürmüş. Kapıyı sökmüş. Hiç mi gürültü, tıkırtı duymadın? “ diye sorar.
    Karagöz: “ Bu ne biçim soru, Hacivat. Gürültü, tıkırtı duysam kalkıp da hırsızın ümüğüne basmaz mıyım? “
    Hacivat: “ Her neyse, olan olmuş, biten bitmiş, eşyalar gitmiş. Şimdi bir oyun etmeli de, şu hırsızı yakalamalı. Hah buldum!. Karagözüm, siz bir yandan, ben bir yandan komşuların arasına dalalım, onları senin evde bir kese altın olduğuna inandıralım. Bu durum kulaktan kulağa yayılır ve hırsızın kulağına giderse, hırsız mutlaka senin eve damlar. “
    Karagöz: “ Sen ne diyorsun, Hacivat? Bende bir kese altın yok ki? “
    Hacivat: “ Olduğunu farz et. Hırsızı yakalamak için, bu bir yem. Oltanın ucuna yem takarsan balık yakalarsın. Balık yeme gelir de, hırsız altına gelmez mi? Siz benim dediğimi yapın gerisine karışmayın. “
    Karagöz: “ Tamam, Hacivat. Senin bu tür işlere aklın erer. Bende bir kese altın olduğunu yayarız. Haydi, hanım, Yaşar, kalkın gidiyoruz. “
    Karagöz’ün evinde bir kese altın olduğunu akşama kadar duymayan kalmamıştı. Eski kulağı kesiklerden olan Celal, gece yarısına kadar evin içinde dört döndü. Daha sonra evinden çıkıp, karanlık sokaklardan süzülerek geçti ve bir hayalet sessizliğinde Karagöz’ün kapısız evinden içeri girdi. Evdekilere elindeki şişenin içindekini koklatıp altınlara konardı. Şişeyi koklattığı kazazede top atsan uyanmazdı, fakat bu defa durum bambaşkaydı. Evdekiler uyanıktılar ve onu bekliyorlardı. Celal yatak odasına girince Karagöz ile Hacivat tarafından yakalandı ve bir iple sıkıca bağlandı. Ertesi gün zaptiyeler tarafından sıkı bir dayaktan geçirilerek zindana atıldı.
    Karagöz’ün eşyaları hırsızın evinde bulundu. Kader, son günlerde işsiz olan, Hacivat’ın bulduğu işlerde çalışarak, kışın da turşu satarak geçimini sağlayan Karagöz’ün alnının teriyle çalışarak kazandığı eşyaları kaybedip buldurarak, onu sevindirmişti.

    ---------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT : OĞULLARI
    Karagöz’ün oğlu Yaşar ile Hacivat’ın oğlu Sivrikoz arasında, babaları kadar olmasa bile, hatırı sayılır bir rekabet vardı. Yaşar, Sivrikoz’un elinde yeni alınmış bir oyuncak görmesin, ne yapar eder, Karagöz’e oyuncağın aynısını aldırırdı. Hani ya Sivrikoz’un Yaşar’dan aşağı kalır yanı mı vardı? Sivrikoz, Yaşar’ın elinde ne görürse isterdi. Oğlunun gözlerinde yaş, kalbinde acı görmek istemeyen Hacivat ikiletmeden oğlu ne istiyorsa alırdı.
    Böylece aradan yıllar geçti. İkisi de birer yiğit olan gençler düğün güreşlerine katılmaya başladılar. Güreşlere katılanlar birer havlu, rakiplerini yenip baş olan güreşçi ise, kınalı bir koç kazanıyordu. İlk katıldıkları güreşlerde birinci, ikinci turlarda elenen Yaşar ile Sivrikoz, tecrübeleri arttıkça güreşlere ağırlıklarını koymaya başladılar. Nihayet, bir düğünde finale kalma başarısını gösterdiler. Bunun üzerine Karagöz, Hacivat’ın yanına gider ve oğlunun güreşlerden çekilmesini ister.
    Hacivat: “ Hiç öyle şey olur mu Karagözüm? Oğullarımız bileklerinin hakkıyla finale adlarını yazdırdılar. Çıkarlar meydana aslanlar gibi güreşirler. Kim güçlüyse galip gelir ve şampiyon olur. “
    Karagöz: “ Benim oğlum şampiyon olur, çünkü senin oğlundan daha iri. “
    Hacivat: “ İrilikle şampiyon olunmaz ki, güreşte kuvvetli olan, atak olan ve nefesini iyi ayarlayan rakibine üstünlük sağlar. Bütün bunlar benim oğlumda var. “
    Karagöz: “ Günah benden gitti. Rezil olmayasınız diye geldim. Benimki, senin oğlunu hamur gibi yoğuracak ve koçu kazanacak. “
    Hacivat: “ Bak Karagözüm, koçu benim oğlum kazanır. Bundan korktuğun için, oğlun güreşten çekilsin diyorsun. “
    Karagöz: “ Ben kimseden korkmam. Hata bende, kırk yılda bir şey istedim, onu da yapmadın. “
    Hacivat: “ Ama canım efendim, borç para istemiyorsun ki, dediğini yapayım. Oğluma güreşten çekil, hükmen yenik sayıl diye nasıl söylerim. “
    Karagöz: “ Söyleyemezsin tabi, çünkü korkaksın. Yarın senin evin karşısında koçu şişe takıp kızartacağım. Sakın gelme bir parça et için. Yağma yok “ diyen Karagöz arkasını dönüp uzaklaşmaya başlar. Hacivat’ın seslenmesiyle durup dönen Karagöz’e, Hacivat şöyle der:
    “ Yarın koç benim bahçede kızaracak. Toplanın gelin, kurban bayramı haricinde et yüzü mü görüyorsunuz? “
    Ertesi gün yapılan güreşi Hacivat’ın oğlu Sivrikoz kazanır. Karagöz buna itiraz eder ve Sivrikoz’un daha önce açık düştüğünü ve güreşi oğlu Yaşar’ın kazandığını söyler. Bunun üzerine hakem heyeti toplanır ve karar değişikliği yaparak, Yaşar’ı şampiyon ilan eder. Bu duruma da Hacivat itiraz eder. Hakem heyeti görevsizlik kararı alıp topluca Bursa Kadısı’na gider. Bursa Kadısı, iki tarafı ve hakem heyetini dinledikten sonra müsabakayı berabere ilan eder. Kınalı koç kurallara uygun olarak kesildikten sonra, yarısı Sivrikoz’a, yarısı Yaşar’a verilir. Böylelikle olay tatlıya bağlanır.

    -----------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İDAM FERMANI
    Günlerden bir gün, Karagöz, Bursa sokaklarında turşu satarken, yanına bir adam yaklaşır:
    " Ben beni arıyorum ama bulamıyorum. Sen beni buldun mu? " diye sorar. Adamın ne dediğini anlamayan Karagöz sadece " hı " der. Bunun üzerine adam tekrar sorar:
    " Ben kendimi arıyorum ama yokum. Yoksam yokum ve ben yoktan çıkıp, kendimi bulup kendimle kucaklaşmak istiyorum. "
    Karagöz: " Bre adam, kendinle nasıl kucaklaşacaksın ki? İnsan ancak bir başkasıyla kucaklaşabilir.
    Adam: " İnsanlar çift yaratılmıştır derler. Böyle bir şey doğruysa eğer, işte ben bu çiftimi, benzerimi arıyorum. Tıpkısının aynısı ben bu adamı sen tanıyor musun? Görmüşlüğün var mı? "
    Karagöz: " Görmüşlüğüm var. Onunla konuştum bile. "
    Adam: " Gördün mü? Konuştun mu? Nerede gördün, konuştun, çabuk söyle? "
    Karagöz: " Az önce görmeye, konuşmaya başladım. Şimdi de onu görüyorum, konuşuyorum. O sensin ya. "
    Karagöz ile konuşan, onu ara sokaklara çeken, Hacivat'tır. Ulucami'nin yapım işinde çalışan Karagöz ile Hacivat sık sık tartışarak caminin yapımını geciktirince, padişah Orhan Gazi bunun nedenini mimardan öğrenir ve Karagöz ile Hacivat hakkında idam fermanı çıkarır. Ertesi gün tebdil kıyafet camiye gelen Orhan Gazi, Karagöz ile Hacivat'ın tartışmalarını izler ve gülümsemekten kendini alamaz. Saraya dönünce, verdiği ölüm kararı için pişman olur. Padişah, fedailerinden birini, Hacivat'a gönderir. Fedai, Hacivat'a, tanınmaması için ne lazımsa yapıp, Karagöz'ü de yanına alıp, Bursa'dan gitmelerini ve kurtulmalarını söyler.
    Hacivat evine gider ve sakallarını keser, sadece bıyıkları kalır. Yıllardır giymediği elbiselerini giyer, Karagöz'ü arar. Hacivat'ın Karagöz'ün yanına gidince sesini değiştirerek konuşmasının sebebi; Karagöz'ün şaşırmasını sağlayarak daha ne olduğunu anlamadan, onu Bursa'dan uzaklaştırmaktır. Hacivat olanları Karagöz'e küt diye anlatsa, padişahın idam fermanına karşı gelmek istemeyecek Karagöz, kendini celladın önüne atacaktır.
    Hacivat Karagöz'ü Bursa dışına çıkarınca normal sesiyle konuşmaya başlar, Hacivat olduğunu söyler ve olanları anlatır. Karagöz Hacivat'ı yıllardır sakallı gördüğü için, sakalsız haline güler ve Hacivat'la alay eder. Hacivat'ın tanınmamak için sen de sakalını kesmelisin demesi üzerine Karagöz: " Sen ne diyorsun Hacivat? Ben hayatta sakalımı kesmem. " der.
    Bunun üzerine Hacivat: " Sakalını kesmezsin ama tanınır da yakalanırsan ne olacak? İnsanın hayattaki en önemli amacı, hayatını devam ettirebilmesi olmalı. Geride kalacak karını, çocuğunu düşün. Onlar sensiz ne yapar, ne yer, ne içerler? " der.
    " O da doğru ya. "
    " Gel bakalım, şu dere boyunda tıraşını ol. Erkek adama bıyık da yakışır. "
    Tıraştan sonra Hacivat, Karagöz ile birlikte, yakındaki bir çiftlikten iki at satın alırlar ve atlarına binip hep batıya doğru yol alarak, Balıkesir taraflarına giderler. Birkaç yer dolaştıktan sonra, bir köyde iş bularak, tarlada ırgat olarak çalışmaya başlarlar.
    İki ay içinde çalışkanlıkları ve doğrulukları sayesinde köydekilerle sağlam dostluklar kuran Karagöz ile Hacivat, bu arada kendilerine birer ev yaparlar. Köylülerin yardımıyla ailelerini buraya getirtirler ve uzun yıllar boyunca sakin bir hayat yaşarlar.
    Bu arada Karagöz ile Hacivat'ın idam edildikleri söylentisinin çıkması üzerine arkadaşları Şeyh Küşteri çok üzülür ve perde gerisinde Karagöz ile Hacivat oyunu oynatmaya başlar. Oyun, Bursa halkı tarafından çok beğenilir ve zamanla Anadolu'ya yayılır. O köyde ve civar köy ve kasabalarda pek çok defa kimliklerini belli etmeden oyunları seyreden iki dost çok önemli bir ayrıntı hariç, oyunları beğenirler.
    Karagöz'ün hemen her oyunda Hacivat'a vurup, O'nu dövmesi...
    Bu durumun açıklamasını Karagöz şöyle yapar: " Ben Hacivat'a neden vurayım? O tam bir beyefendi. Bana her zaman yardımcı oldu. İşsiz, parasız kaldığım durumlarda bana iş buldu. Bu durum beni üzüyor. "
    Hacivat ise: " Yok efendim, yok. Dayak, vurma falan yok. Bu oyunu oynatanlar, ilgiyi üst düzeyde tutabilmek için, Karagöz'e beni dövdürtüyorlar. Gerçekte, Karagöz bana bir fiske vurmamıştır. Oyun oynanırken, Karagöz bana vurduğunda seyredenler gülmeseler, zamanla bu kötü hareketin oyun harici kalacağına inanıyorum.

    Yazan: Serdar Yıldırım
     
  3. Serdar Yıldırım

    Serdar Yıldırım Kayıtlı Üye

    Yaş:
    64
    Katılım:
    14 Ekim 2019
    Mesaj:
    77
    Alınan Beğeniler:
    60
    Cinsiyet:
    Erkek
    Ad Soyad:
    Serdar Yıldırım
    Yaşadığınız Şehir:
    16-BURSA
    Araç Modeli:
    Accent Admire 1.3 (2003-2005) LC
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: PINARBAŞI MEYDANI
    Bursa’daki Pınarbaşı Meydanı’nda takriben yirmi kişilik bir kalabalık toplanmış ve neşeli vakit geçirmekteydi, çünkü orta yerde tartışanlar, gelmiş, geçmiş en iyi güldürü ustalarından ikisiydi: Karagöz ile Hacivat. Dilerseniz şimdi biz de hoşça vakit geçirmek için, tartışmaya küpe olalım ve küpeyi parmağımıza takalım.
    Hacivat: “ Olur mu Karagözüm, hiç küpe parmağa takılır mı? “
    Karagöz: “ Ya nereye takılır? “
    Hacivat: “ Küpe kulağa takılır. Kulağına küpe takan hanımlar, daha bir güzel görünürler. Hanım hanımcık olurlar. “
    Karagöz: “ Hamam açıksa bizim hanıma söyleyeyim de, Yaşar’ı da götürsün. Hamamda bir güzel yıkansınlar. “
    Hacivat: “ Ah Karagözüm, Yaşar hiç kadınlar hamamına gider miymiş? Büyüdü, kocaman adam oldu. “
    Karagöz: “ Kocaman adam mı? Yaşarcık daha altısını sürüyor. “
    Hacivat: “ Olsun Karagözüm. Altı yaşında oğlan çocuğu kadınlar hamamına götürülmez, çünkü kadınlar ondan korkarlar. “
    Karagöz: “ Amma yaptın ha Hacivat. Yıllar önce annem beni on beş yaşındayken kadınlar hamamına götürmüştü de yalnız yıkanmıştım. "
    Hacivat: “ Yapma ya, iyi ki hamamda kadın yokmuş. “
    Karagöz: “ Aslında hamamda yıkanan kadınlar vardı ama ben göbek taşına doğru yürüyünce hamam boşalıverdi. Benden neden kaçtılar, anlayamadım.”
    Hacivat: “ Paçalı uzun donunla mı girmiştin hamama. “
    Karagöz: “ Sen ne diyorsun Hacivat? Hamamda donla yıkanılmaz ki. “
    Pınarbaşı Meydanı’ndaki kalabalık kahkahaların çağırdıklarıyla birlikte kırk kişi olmuştu. Yirmi kişide kırk ayak vardı da, kırk kişide kaç ayak vardı?
    Karagöz: “ Bak Hacivat, okumam, yazmam yoktur ama hesabım kuvvetlidir. Kırk kişide altmış ayak vardır. Altmış ayakta dört yüz parmak vardır. “
    Hacivat: “ Olur mu Karagözüm. Kırk kişide ikişerden seksen ayak vardır. Seksen ayakta beşerden dört yüz parmak olur. “
    Karagöz: “ Tamam işte, ben de dört yüz parmak demiştim. “
    Gülmekten gözleri yaşaran, karınlarını tutarak gülen ve yerlerde debelenenler haricindeki çoğulcu kalabalıktan bir alkış tufanı koptu. Hacivat’ın, ama sen altmış ayakta dört yüz parmak demiştin, Karagözüm, dediğini benden başka kimse duymadı.
    İnsanlar, doğar, büyür ve olgunlaşırlar. Olgunlaşma geçici değil, kalıcıdır. Olgunlaşma yeni olgunlaşmaları beraberinde getirir. Bu böyle sürüp gider. İnsan olgun bir meyvedir, dersek yanlış olmaz.
    Karagöz: “ Olur mu öyle şey, Hacivat? Şimdi ben meyve mi oldum? Elma, armut gibi mi yani? “
    Hacivat: “ Hayır, erik gibi. “
    Karagöz: “ Demek beni erik yaptın? Şimdi görürsün. Sen de olsan olsan şu ekşi limon olursun. Üç, iki değil, bir işe yaramayan limon. “
    Hacivat: “ Doğru Karagözüm. Limon bir işe yaramaz, çok işe yarar. Hani limonu ortadan kesersin, çaya, çorbaya sıkarsın. Tadı leziz olur. “
    Karagöz: “ Adı keriz mi olur? “
    Hacivat: “ Hayır Karagözüm. Adı keriz değil, tadı leziz olur yani lezzetli olur. İç ferahlatır, gönül açar. “
    Karagöz: “ Hayda bre pehlivan. Limon anahtar mı ki, Gönül teyzenin kapısını açsın. Teyzem ellisini geçti hala evlenmedi. Gönül teyzenin gönlünü açacak anahtar daha yapılmadı. “
    Dünyanın pek çok şehrinde, belli günlerde pazar kurulur. Bu pazarlarda köyden getirilen sebze, meyve satılır. Pazara gidenin kesesi doluysa ve cimri değilse ürünün en iyisini alır. Anadolu’da sebze ve meyveler şehirlerin isimleriyle anılır olmuştur. Amasya’nın elması, İnegöl’ün pırasası gibi.
    Karagöz: “ Bırak ya Hacivat. Ne demek Amasya’nın elması, İnegöl’ün pırasası. Yani elma almak için Amasya’ya mı gidelim? “
    Hacivat: “ Karagözüm, elma almak için, Amasya’ya gitmene gerek yok. Salı pazarında Amasya elması satılıyor. Elma alırken, Amasya elması almak gerekir. “
    Karagöz: “ Amasya’nın elması elma da başka yerin elması armut mu? Benim bahçedeki elmalar, Amasya elmasına bin basar. Tadı güzel kokusu hoş, eder insanı sarhoş. “
    Hacivat: “ Armut alırken deveci armudunu, üzüm alırken Mürefte üzümünü tercih etmek gerekir. “
    Karagöz: “ Deveci armudunu boş ver şimdi. Çocukken köye gittiğimizde dedemin bağına koşardık. Dedemin üzümlerinin tadını, sonraki senelerde yediğim üzümlerin hiçbirinde bulamadım. Elma alırken Bursa elması, pırasa zaten Bursa’dan, armut Bursa’dan, üzüm Bursa’dan, erik Bursa’dan, domates, patates, şeftali, vişne, kiraz hep Bursa’dan. Hey benim güzel Bursam, kovsalar gitmem şu Bursa’dan. “
    Hacivat: “ Karagöz, az önce kiraz dedin. Söyle bakalım bu kiraz Bursa’nın neresinde yetişiyor? Sen eskiden hiç yalan söylemezdin. “
    Karagöz: “ De git oradan Hacivat. Şimdi de yalan söylemiyorum. On yaşlarındaydım. Edebey Köyü’ne gitmiştik. Orada bir kiraz ağaçları vardı, aklın durur. Sanırsın kiraz ormanı. Epey bir gezindim orada, dallardaki kiraz çokluğundan güneşi göremedim. “
    Hacivat: “ Güneş görünmüyorsa orman karanlıktır, kirazları nasıl gördün? “
    Karagöz: “ Pöh, şunun sorduğu soruya bak. Kirazların verdiği ışıltı ormanı aydınlatıyordu. Ağaçlara çıktım, belki iki kilo kiraz yedim. Sen Edebey kirazının tadını nereden bileceksin. “
    Aradan zaman geçtikçe kalabalık çoğalmış ve yüz kişiyi bulmuştu. Hava kararmaya başlamıştı, akşam oluyordu. İşi tadında bırakmak gerekirdi. Karagöz ile Hacivat ellerini havaya kaldırıp teslim işareti çizdikten sonra kahkahalar bıçak gibi kesildi.
    Karagöz: " Haydi bakalım ağalar, bu günlük bu kadar, " dedi ve yürüdü gitti.
    Hacivat: " Yarın aynı saatte buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın, deyip Karagöz'ün peşine topal ördek gibi yürüyerek takılması kahkahaları meydana paraşütle geri getirdi.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İBİŞ SIRTLAN AVINDA
    İbiş ok ve yay alarak Uludağ'a sırtlan avına çıkmış. Gezmiş, dolaşmış, ortalıkta hiç sırtlan yokmuş. Derken, Serdar Yıldırım'a rast gelmiş. Serdar yaşadığı zamandan 650 yıl gerideymiş. Elinde tüfek varmış, belinde fişek doluymuş. İbiş'e aslan avına çıktım, demiş.
    İbiş: " Hani ok, hani yay? Neyle vuracaksın aslanı? "
    Serdar: " Bak İbiş, ok ve yay ilkel silahlar. Bu gördüğün tüfektir. Tüfeğe şu fişeklerden koyarsın, sonra tetiği çektin mi, dan, hop aslan yerde. "
    İbiş: " Küçücük fişek mi aslanı yere düşürecek? Fişek aslana çarpar sonra aslan sana kızar. Kaçarken tozu dumana katarsın. Hele yakalamasın aslan seni, bir lokmada yutar. "
    Serdar: " Öyle değil işte. Fişek aslanın vücudunu deler geçer. "
    İbiş: " Dediğin gibi olsun. Sen bu tüfekle aslan avladın mı? "
    Serdar: " Avlamam mı? Yüzden çok aslan vurdum."
    İbiş: " Yüzden çok mu? Hepsini Uludağ'da mı vurdun? "
    Serdar: " Tabi ya ne sandın? "
    İbiş: " Ama Uludağ'da aslan yok diyorlar. "
    Serdar: " Var canım, olmaz olur mu? Ormanın derinlikleri aslan kaynıyor. İstersen gidelim, bak Uludağ'da aslan var mı, yok mu, kendi gözlerinle gör. "
    İbiş: " Çok isterdim ama şunu başka bir güne bıraksak. "
    Serdar: " Sen nasıl istersen İbiş. Aslan avı cesaret isteyen bir iş. Kolay olsaydı her önüne gelen aslan avcısı olurdu."
    İbiş ile Serdar çene yarıştırırken ileriden iki avcının geldiğini görmüşler. Bunlar Karagöz ile Hacivat'mış. Karagöz ile Hacivat, İbiş'i tanıyorlarmış, Serdar ile de tanışmışlar.
    Karagöz Serdar'ın aslan avına çıktığını duyunca şaşırmış. Tüfek, fişek olayını duyunca aklı karışmış. Serdar, ben bu tüfekle Uludağ'da yüz aslan vurdum, deyince kaşları çatılmış.
    Karagöz: " Bak Serdar, bol keseden konuşma. Ben böyle şeylere kızarım. İbiş de atar tutar ama sen onu beşe katladın. İbiş'i dövdüm, seni de döverim. "
    Bunun üzerine Serdar: " Geçen kış aralık ayında Uludağ'a çıkmıştım. Ne bereketli avdı. Dört tane gergedan avladım. " deyince Karagöz Serdar'ın üstüne atıldı. Aralarında bir boğuşma başladı. İkisi birlikte yere yuvarlanınca Serdar İbiş'in yardımıyla Karagöz'ün elinden kurtuldu, kaçmaya başladı. Karagöz Serdar'ın peşine takıldı. Az sonra yorulan Karagöz bir taşın üstüne oturarak Hacivat'ın ve İbiş'in gelmesini beklemeye başladı. Onlar geldikten sonra Karagöz: " Geyik gibi koşuyor, yakalamak ne mümkün. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, yakalayamadın iyi oldu. "
    Karagöz: " Nee? Sen hangi taraftansın Hacivat? "
    Hacivat: " Ben senin tarafındanım Karagözüm. "
    Karagöz: " Ama ondan tarafa çıktın. "
    Hacivat: " Serdar İbiş'le konuşurken, biz araya girdik. Nasıl olsa bir şey vuracağımız yok. Bırak anlatsın. Avda böyle hikayelerin anlatılması ava renk verir. Ortam neşelenir. Bol bol gülünür. "
    Karagöz: " Orhan neşelensin, gülsün. Ben gülemem. Boş keseden böyle avcı hikayelerini duyunca kan beynime çıkıyor. "
    Hacivat: " Canım Karagözüm, büyüklük göster. Bırak gelsin, anlatsın. "
    İbiş: " Sen büyüksün, yücesin, güçlüsün Karagöz Baba. He mi, geliversin mi? "
    Karagöz: " Siz bu kadar istedikten sonra.. Gelsin bakalım. "
    Hacivat'ın çağırmasıyla Serdar anında onların yanında bitti. Karşısındaki Karagöz'ün kara gözlerinin içine bakarak avcı hikayelerinin son versiyonunu anlatmaya başladı:
    " Bir çakal varmış. Bu çakal tilkiden kurnaz, kurttan kavgacıymış. Kaplanları rakip bilmiş. Uludağ'da günün her saati kaplan kovalarmış. Kaplanların çakal karşılarına çıkacak diye ödü koparmış. Olaydan haberim oldu. Tüfek, tesisat kuşandım. Tam tekmil çakalı aramaya koyuldum. Çakala benim onu aradığımı söylemişler. Çakal yüz arkadaşını toplayıp geldi, benim etrafımı sardılar. Tüfekle çaktım aldım. Son kalan çakal, çak al beni de, dedi. Çaktım o çakalı da aldım. Dünya kurulalı beri böyle bir avcı görmekse Uludağ'ın kısmeti oldu. Uludağ benimle ne kadar gururlansa azdır. "
    Müdahale etmemek için kendini zorlayan, hırstan dudağını ısırarak kanatan Karagöz dinamit gibi patladı. Önüne çıkan İbiş'e vurdu, Serdar'a vurdu. Yere yuvarlanan İbiş'le Serdar kaçıp gittiler. Karagöz'ü sakinleştirmek Hacivat'a düştü. İleride dere boyunda İbiş'le Serdar yüzlerini yıkayıp, su içtiler, biraz kendilerine geldiler.
    İbiş: " Karagöz amma kızdı ha. Arada ben de tokadı yedim. Gülüp geçeceği yerde kızıyor. "
    Serdar: " Doğru İbiş. Ben böyle hikayeleri eğlencelik olsun diye anlatıyorum. Son hikayeyi anlatırken, onun gülmese bile kızmayacağını düşündüm. Gülmedi ama kızdı. Hem çok kızdı. Hacivat'ın güldüğü yanına kar kaldı. Sen ne kar ne zarardasın. Ben de bu işten sebeplendim. "
    İbiş: " Nee, sebeplendin mi? Tokadı yedin yeri öptün, sonra? "
    Serdar: " Bir haftadır ağrıyan çürük dişim vardı. Sallanıp duruyordu. Korkudan dişçiye gidememiştim. Karagöz bir tokatta o dişi bana yutturdu. Buraya gelirken konuşmadık ya dilimi diş oyuğunda tutup kanı durdurdum. Derede ağzımı çalkaladım. İnanmazsan gel de bak. "
    İbiş gelir, bakar: " Gerçekten oradan yeni diş çıkmış. Belli oluyor. " der ve kahkahalarla güler.

    SON

    --------------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: LEYLEK
    Mart ayının ortası. Kar yeni kalkmış. Ortalık ayaz, hava buz gibi. Karagöz nicedir işsiz. Kazağını, paltosunu eskiciye satmış. Yarı aç, yarı tok. Üstünde bir fanila, bir mintan. Soğuk havada iş bulmak için gezerken, dişlerinin takırtısı Uludağ'dan duyuluyor. Karagöz tam bu esnada Hacivat'la karşılaşır.
    Hacivat: " Merhaba Karagözüm. Nasılsın, iyi misin? "
    Karagöz: " İyi değilim Hacivat. Donuyorum. "
    Hacivat sağa sola bakınır. Bir evin bacası üstündeki leyleği görür. Parmağıyla leyleği işaret ederek: " Bak Karagözüm, leylekler gelmiş. Artık yaz geliyor. "
    Karagöz: " Hacivat, anlamsız konuşma. Hem leylek gelmiş diyorsun, hem kaz geliyor diyorsun. "
    Hacivat: " Kaz demedim Karagözüm, yaz geliyor dedim. "
    Karagöz: " Kaz yazayım ama ben yazı bilmem ki. Yaz demek kolay. "
    Hacivat: " Dediklerimi yanlış anlıyorsun Karagözüm. Bak leylek nasıl da takırdıyor. "
    Karagöz çenesini tutar: " Takırtı benden geliyor. Paltom yok da, soğuktan dişlerim takırdıyor. "
    Hacivat: " Palton yok mu? Doğru ya, paltonu giymemişsin. Al benim paltomu giy. " der ve paltosunu Karagöz'e verir. Karagöz paltoyu giyer ve dişlerinin takırdaması durur. Bu sefer üşüyen Hacivat'ın dişleri takırdamaya başlar.
    Karagöz: " Hacivat, bu leylek yolunu kaybetmiş, kış günü Bursa'ya gelmiş. Şimdi gerçekten takırdamaya başladı. "
    Hacivat: " Karagözüm, leylek değil, ben takırdıyorum. O palto senin olsun. Kürkçü Emin'den kendime kürklü palto alacağım. "
    Karagöz: " Körükçü Cemil'den palto mu çalacaksın? "
    Hacivat: " Çalmayacağım, parasıyla kürklü palto alacağım. "
    Karagöz: " Hacivat'ım, paltonu geri al, bana kürklü palto satın al. "
    Hacivat: " Olmaz Karagözüm, benim eski paltomu sen giy. Ben kendime kürklü palto alacağım. "
    Karagöz, kendine alma, bana al dedikçe, Hacivat, sana değil, kendime alacağım der ve birlikte Kürkçü Emin'in dükkanına girerler. Bunlar dükkanda tartışa dursunlar, Kürkçü Emin bir diğer lakabı da tilki Emin: Gençliğinde bir taşla dört kuş vurmuşluğu vardır. Şimdi ise, bir taşla iki kuş vurmanın derdindedir. Sensin der, büyüksün der, zenginsin der ve Hacivat'a iki kürklü palto satar. Paltoların birini Hacivat, diğerini Karagöz giyer.
    Hacivat, Karagöz ile birlikte yolda giderken, gördüğü bir fakire eski paltosunu verir. İki arkadaş ilk karşılaştıkları yerden geçerken, leyleğin o evin bacasında olmadığını görürler.
    Hacivat: " Bak Karagözüm, leylek yok, gitmiş. "
    Karagöz başını kaldırır, etrafına bakınır:
    " Başka leylekler mi gelmiş? Hani nerede? "
    Hacivat: " Başka leylek falan yok. Tek leylek vardı, o da gitmiş. "
    Karagöz: " Ha, şu zamansız gelen leylek. Onun sayesinde kürklü palto sahibi oldum. Şansım açıldı. Bundan sonra beni kimse tutmasın. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
    Milli Eğitim Ve Kültür Bakanlığı / 2017
    Türkçe 5. Sınıf Ders Kitabı 108. sayfa
    http://talimterbiye.mebnet.net/Kitaplar/2017-2018/ilkokul/Turkce5_Kitap2.pdf

    --------------------------------------------------------------------------
    DİLENCİ HACİVAT
    Hacivat tüccarın biriyle ortak olur. Birlikte mal alıp satmaya başlarlar. İlk zamanlar işler iyi gider, sonradan bozulur. Bir sabah erkenden tüccar çıkagelir ve Hacivat'a iflas ettiklerini, elde avuçta birşey kalmadığını söyler. Hacivat parasız ve çaresiz kalır, evine ekmek götüremez olur. İş arar bulamaz, dilencilik yapmaya başlar:
    " Fakire bir sadaka, fakire bir sadaka, " diyerek dolanır durur.
    Karagöz Hacivat'ı dilenirken görünce beyninden vurulmuşa döner. Kendini çabucak toparlar ve Hacivat'ın yanına gider.
    Karagöz: " Hacivat'ım, bu ne hal böyle? "
    Hacivat: " Halim haraptır, Karagözüm. Tüccarın biriyle ortaklık kurdum, koca serveti har vurup harman savurdum. "
    Karagöz: " Koca servet mi? Bu işe ne yatırdın sen onu söyle. "
    Hacivat: " Bin beş yüz altın. Gitti, gitti, bin beş yüz altınım. "
    Karagöz: " Ne?! Senin o kadar altının var mıydı, Hacivat? "
    Hacivat: " Olmaz olur mu Karagözüm? Babamdan kalan servet pek çoktu. "
    Karagöz: " Hazıra dağlar dayanmaz derler. "
    Hacivat: " Dayandı. "
    Karagöz: " Mirasyedinin mirası biter derler. "
    Hacivat: " Bitmedi. "
    Karagöz daha sonra Hacivat'tan tüccarın adını öğrenir. Tüccara giderek, ortak aradığını, evini ve bahçesini ortaya koyarak iş yapmak istediğini söyler ama gelir gider defterini kendisinin tutması gerektiğini bildirir. Tüccar, Hacivat'tan sonra yolunacak kaz olarak gördüğü Karagöz'e elindeki bin beş yüz altını verir.
    Karagöz ertesi gün Hacivat'a bin beş yüz altını verir ve bir daha kimseyle ortak olmamasını söyler. Daha ertesi gün Karagöz'ün evine gelen tüccar yanındaki adamı göstererek, evi ve bahçeyi satın almak isteyen bir müşteri buldum, der. Ayrıca ortaklık gereği verdiği altınların bundan sonra kendisinde duracağını söyler. Bunun üzerine Karagöz altınları gece evine giren hırsızın götürdüğünü, ortaklık kalmadığı için, evini ve bahçesini satmaktan vazgeçtiğini söyler. Tüccar durumu kabullenmek istemez. Karagöz sesini yükseltir, tüccara diklenir. Tüccar, Karagöz'ün karşısında tutunamaz. Müşteri kaçar gider. Çaresiz kalan tüccar yol kenarına oturup ava giderken avlandım der ve hüngür hüngür ağlamaya başlar.

    ---------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ BALIKÇI
    İşsiz kalan Karagöz Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Misi Köyü'ne giderek oradaki gölden alabalık tutmaya başlar. Akşamüstü at arabasına binerek Bursa'ya döner. Alabalıkların bir kısmını kendine ayıran Karagöz geri kalanı balıkçılara satar.
    Bir akşamüstü alabalıkları temizleyen Karagöz'ün hanımı balığın birinin içinde inci bulur. Çok sevinir. Odada oturmakta olan Karagöz'e inciyi gösterir. Karagöz sevinçten ne yapacağını şaşırır ve oynamaya başlar. Akşam yemeğinden sonra evde konuşulan tek konu incidir. Karagöz'ün oğlu Yaşar, baba, ya tuttuğun öteki balıklarda da inci varsa, deyince Karagöz: "Doğru oğlum, o balıklarda inci olabilir. O zaman alabalıkların içini evde temizleriz, karnında inci olup olmadığına bakar, öyle satarız. On-on beş alabalığın birinden inci çıksa zengin olduk demektir. "
    Karagöz sonraki günlerde düşüncesini aynen uygular. Evde temizlenen alabalıkların birinden, ikisinden inci çıkmaktadır. İncileri kuyumcuya satan Karagöz kısa zamanda fakirlikten kurtulur. Kuyumcu incinin kaynağını merak eder. Karagöz'ün ağzını arayan kuyumcu hiçbir şey öğrenemez. Bunun üzerine gizlice Karagöz'ü takip etmeye başlar. Sonunda olayı çözer ve gölün karşı kıyısında çadır kurarak, beş karısını, oğullarını, kızlarını, gelinlerini, damatlarını ve torunlarını getirir. Birlikte çok çalışarak, çok balık tutarak kısa zamanda göldeki alabalık neslini kuruturlar. Gölde bir tane alabalık kalmaz. Kuyumcu, torbalar dolusu inciyle servetine servet katar.
    Aradan günler, haftalar geçmesine karşın, bir tek alabalık tutamayan Karagöz yol parası, evin geçimi derken, giderek fakirleşir. Daha sonra yine Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Hacivat ile birlikte Ulucami'nin yapım işinde çalışmaya başlar.
     
  4. Serdar Yıldırım

    Serdar Yıldırım Kayıtlı Üye

    Yaş:
    64
    Katılım:
    14 Ekim 2019
    Mesaj:
    77
    Alınan Beğeniler:
    60
    Cinsiyet:
    Erkek
    Ad Soyad:
    Serdar Yıldırım
    Yaşadığınız Şehir:
    16-BURSA
    Araç Modeli:
    Accent Admire 1.3 (2003-2005) LC
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KÖSE
    Güzel, güneşli bir yaz gününde Pınarbaşı Meydanı'nda bir sürü adam toplanmış, kahkaha patlatıyordu. Şişiren ağızdır da balonu patlatan iğnedir. Ağızdan çıkan iğneli sözler, adama nasıl kahkaha patlattırır, dilerseniz bunu öğrenelim.
    Hacivat: " Ak akçe kara gün içindir. "
    Karagöz: " Akçe yok ki kara güne saklasam. "
    Hacivat: " Bir elin nesi var, iki elin sesi var. "
    Karagöz: " Kurnada oturanın elinde hamam tası var. "
    Hacivat: " Söz gümüşse sükut altındır. "
    Karagöz: " Söz altınsa sükut tenekedir. "
    Hacivat: " Olur mu Karagözüm, sükut yani susmak altındır. "
    Karagöz: " İyi, o zaman susalım, konuşmayalım. Buradaki kalabalık hemen dağılır. İnsanlar, işini bırakıp bizi dinlemeye geliyorsa sözüm altın değerinde olduğu içindir. "
    Karagöz kalabalığa dönerek:
    " Beni haklı görenler alkışlasın. " diye bağırdı. Bir alkış fırtınasıdır koptu.
    Bu sefer Hacivat kalabalığa dönerek:
    " Beni haklı görenler alkışlasın. " diye bağırdı. Bir alkış boranıdır koptu. Eee ne diyelim onları alkışlayanlar sayıldığında birbirine eşit olduğu görüldü. Yalnız karşıda duran ve Karagöz ile Hacivat'ın her iğneli vuruşuna kahkahasını patlattıran köse kimseyi alkışlamadı. Sonradan sordum, benim oyum ikisine, dedi.

    ----------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: EKMEK
    Bursa sokaklarında gezip dolaşan Karagöz ile Hacivat, Pınarbaşı Meydanı’na geldiklerinde yorulduklarını anlarlar ve bir ağacın altına oturup dinlenirler.
    Daha sonra Hacivat:“ Aman Karagözüm, içim bayıldı. Fırından ekmek al da suya banıp yiyelim. “
    Karagöz: “ Ekmek alayım da yakında fırın var mıdır? “
    Hacivat: “ Var ya. Az önce önünden geçtik. “
    Karagöz: “ Hiç fark etmedim. Yerini tarif et, hangi somun fırınında? “
    Hacivat eliyle işaret eder: “ Şuradaki inek ahırının ilerisindeki somun fırınında. “
    Karagöz: “ Ne işi varmış elinin ineğin kuyruk sokumunda? “
    Hacivat: “ Karagözüm, nereden çıkarırsın ineğin kuyruk sokumunu? Şu ahırın ilerisindeki somun ekmek fırınında. “
    Karagöz: “ Ahırda samandan ekmek mi pişiriyorlar? “
    Hacivat: “ Hiç samandan ekmek olur mu? Buğday ekmeği olur, buğday. “
    Karagöz: “ Atlara buğday ekmeği, insanlara saman ekmeği. “
    Hacivat: “ İnsanlar saman ekmeği yemezler. İnsanlara buğday ekmeği, atlara saman ekmeği. “
    Karagöz: “ Demek o fırında atlara saman ekmeği pişiriyorlar. “
    Hacivat: “ Öyle demek istemedim. “
    Karagöz: “ Ama öyle dedin. Atlara saman ekmeği dedin. “
    Hacivat: “ Dur Karagözüm. Sana cümle anlatayım derken, ben kelimeleri şaşırdım. Gitmemek için, böyle yaptın. Ağzımdan çıkanı kulağıma duyurmadın. Ben bir ekmek alıp geleyim, “ diyen Hacivat hızlı adımlarla oradan ayrılır. Biraz sonra elinde bir somun ekmek ve bir çanak suyla gelir. Ekmeği ikiye böler ve yarısını Karagöz’e verir. Birlikte ekmeklerini suya banıp yerler.

    ----------------------------------------------------------
    KARAGÖZ EZAN OKUYOR
    Karagöz iddia üzerine minareye çıkıp öğle ezanı okumaya başlar. Fakat ezanın yarısında takılır, kalır. Gerisini unutmuştur. Sil baştan tekrar okur, yine aynı yerde takılır. Bu böyle devam eder. Karagöz ezanı bir türlü tamamlayamaz. Cemaat namaza başlamak için, ezanın bitmesini beklemektedir. Zaman geçtikçe homurtular artar.
    Hacivat aşağıdan Karagözüm şöyle de, sonra bunu de diye bağırarak yardımcı olmak ister. Sonunda ezanı bırakan Karagöz, beni sen şaşırttın diyerek minareden Hacivat'ın üstüne atlar. Boğuşmaya başlarlar. Cemaat araya girer ve Hacivat'ı Karagöz'ün elinden kurtarır. Bu sefer Karagöz daha da sinirlenir ve cemaati sille tokat döver. Cemaat ve Hacivat kaçıp gider. Daha sonra minareye çıkan Karagöz ezanı güzelce okur ve derin bir oh çeker.

    -------------------------------------------------------------
    HACİVAT'IN İPİ
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Karagöz'ün telaşlı olduğunu gören Hacivat sorar: " Hayrola Karagözüm, nereye böyle? "
    Karagöz: " Bahçedeki kuyudan su çekerken ip koptu. Kova kuyuya düştü. İp almaya gidiyorum. "
    Hacivat: " Evde sağlam bir ip var. Onu sana vereyim. Ben ipin ucunu tutarım, sen kuyuya inersin. "
    Karagöz: " Ben senin ipinle kuyuya inmem. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, bana hiç mi itimadın yok?
    Karagöz: " Hı. "
    Hacivat: " Yani bana hiç mi güvenin yok? "
    Karagöz: " Yok, çünkü ben kuyuya inince ipin ucunu bırakırsın, aşağıda kalırım. "
    Hacivat ağzı bir karış açık Karagöz'e bakakalır. Bu sefer Karagöz sorar:
    " Söyle bakalım Hacivat, sen benim ipimle kuyuya iner misin? "
    Hacivat: " İnerim. "
    Karagöz: " Ya bıçakla ipi kesersem. "
    Hacivat: " Öyle bir şey yapmazsın Karagözüm. Ben sana güvenirim. "
    Karagöz: " Ben de düne kadar sana güvenirdim ama gece rüyamda kuyuya indiydim de beni kuyuda bıraktıydın. Artık güvenim kalmadı. "
    Hacivat: " Rüyandaki ben değildim, gerçekler rüyadan farklı olur. " diyerek uzun süre dil döker, sonunda Karagöz'ü ikna eder ve evden ip alıp gelir. Bahçedeki kuyuya Karagöz Hacivat'ın ipiyle iner. Hacivat ipin ucunu bırakıp kaçar. Karagöz'ün bağırması üzerine komşular gelip onu kuyudan çıkarırlar. Altı ay ne Karagöz Hacivat'ı, ne de Hacivat Karagöz'ü arayıp sormaz. İlk defa bu kadar uzun süre küs kalırlar.

    ---------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİZANS ALTINI
    Karagöz bir gece rüyasında kendini Pınarbaşı Meydanı'nda toprağı kazarken görür. Kazar, kazar ve sonunda bir küp Bizans altını bulur. Çok sevinir ve oynamaya başlar. Daha sonra kanter içinde uyanır. Sabahı bekleyemez, alacakaranlıkta kazmayı, küreği kapar ve yola çıkar.
    Pınarbaşı Meydanı'na geldiğinde acele tarafından kazmayı toprağa vurur. Kazdıkça kazar. Sabahleyin işe giden Bursalılar, Karagöz'ü görürler. Toprağı neden kazdığını sorarlar. Karagöz rüyasını anlatır. Adamlardan bazıları Karagöz'e katılır. Onlar da kazma, küreklerini alıp gelirler ve biri o yanda, biri bu yanda kazmaya başlarlar.
    Öğle vaktine doğru Hacivat olaydan haberdar olur. Evde bulunan babadan kalma bir Bizans altınını cebine koyar ve yola çıkar. Hacivat geldiğinde Karagöz rüyasını ona da anlatır. Hacivat sırf muziplik olsun diye dinlenen birinin kazmasıyla toprağı biraz kazar ve altın buldum diye bağırır. Yanındaki Bizans altınını gösterir. Buna sevinen Karagöz altını alır, cebine atar ve orayı daha derin kazmaya başlar.
    Akşam üstüne doğru meydan baştan aşağı kazılır ama başka altın bulan olmaz. Karagöz tamam der ve işi bırakırlar. Karagöz meydandan ayrılmadan Hacivat önüne çıkar:
    " Aman Karagözüm, ben şaka yapmıştım. Altını evden getirmiştim. Altınımı ver de gideyim, " der.
    Karagöz: " Oldu mu şimdi Hacivat? Altını burada buldun. "
    Hacivat: " Hayır, ben onu evden getirmiştim. "
    Karagöz: " Senin evde altın ne arar? Bu altın rüyamda gördüğüm altınlardan biri. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, etme, eyleme, beni buraya geldiğime pişman etme. "
    Oradaki adamlar Karagöz'den yana taraf olunca Hacivat susar ve bir kenara oturup ağlamaya başlar. Karagöz altını epey bir akçe karşılığında satar. Kışın dört ay evde sırtüstü yatar, çalışmaz ve akçeleri bitirir. Yazın gelmesiyle birlikte iş aramaya başlar.

    -----------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MATİZ
    Hacivat'ı gece uyku tutmaz. Sabah erkenden kalkar, giyinip dışarı çıkar. Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Bir daha çalar. Karagöz uykulu gözlerle pencereye çıkar. Bakar kapıyı çalan Hacivat'tır: " Hacivat, sabahın seher vakti neden kapıyı çalarsın? " diye sorar.
    Hacivat: " İn aşağı Karagözüm, yarenlik edelim. Ben söyleyeyim, sen dinle. Sen söyle ben dinleyeyim. "
    Karagöz: " De git Hacivat, başka işin yok mu senin? Alırım ayağımın altına. "
    Hacivat: " Gel aşağı Karagözüm, gece uyku tutmadı. "
    Karagöz: " Seni uyku tutmadı ama benim uykumu kaçırdın. "
    Hacivat: " Uykunu mu kaçırdım? Uykun nereye kaçtı? "
    " Uykum sana kaçtı, " diyen Karagöz, pencereden Hacivat'ın üstüne atlar. Boğuşmaya başlarlar. Karagöz'ün elinden kurtulan Hacivat: " Dur Karagözüm, sana bir hesap sorusu sorayım, bilirsen hemen giderim. " der.
    Karagöz: " Sor bakayım, benim hesabım kuvvetlidir. "
    Hacivat: " iki iki daha kaç eder? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Yani ikiyle ikiyi toplasan kaç olur? "
    Karagöz: " Kaç mı olur? İkiyle ikiyi toplasan kaç olur? "
    Hacivat: " Tamam işte Karagözüm, ben sana soruyorum. İkiyle ikiyi topla kaç buldun? "
    Karagöz: " İki iki daha şey eder. Ya Hacivat, bu soru kolay, daha zorunu sor. "
    Hacivat: " Sen bunu bil, daha zorunu sorarım. "
    Karagöz düşünürken, aradan zaman geçer. Sağa sola bakınıp bir kurtarıcı ararken, Tuzsuz Deli Bekir çıkagelir. Hacivat'tan çok Karagöz'le haşır neşirliği vardır: " Vay Karagöz, arpacık kumrusu gibi ne düşünürsün? Karadeniz'de gemilerin batamaz, kayığın olsa Marmara'da batardı. Bilmem anladın mı? "
    Karagöz bu matizden oldum olası hoşlanmamıştır. Onun olduğu ortamda dut yemiş bülbüle döner. Matize korkuyla karışık saygı duyar. Her zaman, matizin belindeki bıçak olmasa ben bilirim yapacağımı, der. Ama ufaktan da olsa racon kesmeden duramaz: " Ya matiz, Hacivat beni gece rüyasında görmüş. Sabah erkenden kapıma üşüştü. Soru soracağım, dedi. Şimdi sen söyle: İki iki daha kaç eder, ben bilemem mi? "
    Matiz: " Bilemezsin. Bilirsen seni sokak sokak sırtımda gezdiririm. " Der ve belinden bıçağını çıkarır, aha bak şuraya yazıyorum, diyerek çömelip toprağı eşeler.
    Bunun üzerine Karagöz sadece küçük değil, büyük dilini de yutar. Sus pus olur ve gözlerini aşağı indirir. İçinden, matiz geldi, beni Hacivat'ın elinden kurtardı ama rezil etmese bari, diye düşünür.
    Karagöz'ün süngüsünün düştüğünü gören matiz Hacivat'a döner: "Bak Hacivat, ben ilk mektebin birinci sınıfına giderken, sınıfın en tembeliydim. Arap hoca bize dua öğretirdi. Evde kitaptan iyice çalışın, ezberleyin, gelin. İşte şu, şu duaları okutucam, derdi. Ben evde tastamam duaları ezberlerdim ama Arap hoca karşıma dikilince duaları unutuverirdim. Bana kızardı, bağırırdı. Senenin ortasına doğru bu Karagöz bizim sınıfa geldi. Arap hoca beni bıraktı, buna yöneldi. Karagöz araptan çok azar işitti. Üçe gitmedi. Daha sonra başka mahalleye taşındılar, bu da araptan kurtuldu. Arap hoca tekrar bana döndü. Bir sene sonra ben de araptan kurtuldum, dörde gitmedim. "
    Matiz derin bir iç geçirir, hal ve gidiş böyle Hacivat kardeş. Haydi, kalın sağlıcakla, der ve yürüyüp gider. Karagöz ile Hacivat ise, az sonra selamlaşıp dostça ayrışırlar.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------------------------------------------
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: ZAMAN MAKİNESİ
    Karagöz bir gün hızlı adımlarla evinden çıkar ve Hacivat'ın evine doğru yürümeye başlar. Karagöz çok hırslıdır, gözü hiçbir şeyi görmez. Kendisini tanıyıp, selam verenlere bile eyvallah etmez. Hışımla gelip, Hacivat'ın evinin kapısını çalar. Hacivat kapıyı açar:
    " Yavaş ol Karagözüm, kapıyı kıracaksın! Tokmağı görmez misin? Tekmeyle kapı çalınır mı? Evi yıkacaksın. Benden korkmaz mısın? "
    " Kes! Senden korkmam. Sen benden korkar mısın? "
    " Aman Karagözüm, korkarım. Yeter ki, evimi başıma yıkma."
    " Hemen gel, benim evin bahçesine. Hani diyordun ya yüz sene sonra ne seni ne beni kimse bilmez, hatırlamaz. Onun sağlamasını yapacağız. Bakalım doğru mu? "
    " Hah hah ha. Aman Karagözüm. Bırak yüz seneyi, elli altmış sene sonra bile insanlar bizi hatırlamaz. Suya yazılan yazı gibi, ağızdan söz uçup gider. Kim Hacivat diye, kim Karagöz diye, kim beni ana, kim seni bile. "
    " Kes! Çekerim senin kulaklarını. Kapa kapını, düş peşime. "
    Gerisin geriye dönüp uzaklaşan Karagöz'ün ardından, Hacivat koşarak zor yetişir: " Karagözüm, nedir benimle derdin? Ben öylesine şakacıktan söylemişimdir. Sen esas mı sanırsın? "
    " Artık iş çığırından çıktı. Sen şakacıktan konuşmadın, ben de esas sandım. Elli altmış sene değil, altı yüz altmış sene sonrasına gideceğiz ve o zamanın insanına bizi soracağız. Ey ademoğlu, Karagöz ile Hacivat'ı bilir misin, diyeceğiz. Yüz kişiden bir kişi bile tanımayan çıkarsa, ben süpürge olayım, yolları süpüreyim. "
    Karagöz daha sonra Hacivat'ı evinin bahçesine götürür ve kendi icadı zaman makinesini gösterir: " Bak Hacivat, bu benim yaptığım zaman makinesi. İkimiz buna binip geleceğe gideceğiz. Bakalım Bursa ve Pınarbaşı Meydanı nasılmış? Kaç yüz sene sonra insanlar nasılmış? Bütün bunları öğreneceğiz. "
    " Aman Karagözüm, bu ne böyle? Tahtadan, tenekeden bir odacık yapmışsın. Ama bunun tekerlekleri yok. Tekerlekleri olsa bile hani at, hani eşek. Bunu ne çekip götürecek? "
    " Kes! Zırıltıyı bırak! Tekerleğe ihtiyaç yok, çünkü yürümeyecek. Bu makine zaman içinde süzülecek. Süzülerek zamandan hızlı gidecek ve zamanın önüne geçecek. İstediğim yerde duracak ve o zamanda kalacak. Biz de makineden çıkıp geleceği göreceğiz, yaşayacağız. "
    "Neler diyorsun, Karagözüm? Söylediklerinin yarısını anlamadım. İddianı ispat et, benden sana bir tepsi cevizli baklava hediye. "
    Bunun üzerine Karagöz: " Bir tepsi cevizli baklava mı? Desene ağzım tatlanacak," dedikten sonra zaman makinesinin kapısını açar ve haydi bakalım Hacivat, gir içeri, der.
    Hacivat içeri girip sandalyeye oturur. Karagöz de diğer sandalyeye oturup kapıyı kapatır. Ayaklarıyla bisiklet pedalına benzer bir tür pedalı çevirmeye başlar. Aracın etrafını bir zaman bulutu kümesi kaplar. Karagöz, Bursa Pınarbaşı Meydanı diye bağırır ve pedalı altı yüz altmış defa çevirdikten sonra bırakır. Biraz sonra araç Pınarbaşı Meydanı'nda belirir. Karagöz ile Hacivat araçtan çıkarlar.

    Sene 2011. Aralık ayının yirmi dördü. Karagöz ile Hacivat'ı meydanın ortasında gören insanlar, onların başına toplanırlar. Bir çocuk sevinçle koşarak yanlarına gelir ve geride kalan annesine bağırır: " Anne, koş bak, Karagöz'le Hacivat. "
    Adamlar, kadınlar, çocuklar, Karagöz ile Hacivat'ın etrafını sarar. Duyan gelir, gören gelir. Ortalık kalabalıklaşır. Karagöz nasılsın? Hacivat nasılsın? diye hal-hatır soranlar çoğunluktadır. Sizleri çok seviyoruz, diyenler vardır. Karagöz atıp tutturmuş olmanın gönül rahatlığı içinde Hacivat'tan yana döner: " Hani Hacivat, kimse bizi tanımazdı? Ne oldu, gıkın çıkmıyor? Çamura oturdun mu şimdi? "
    " Ne desem bilmem ki, Karagözüm. Şaşırdım kaldım. İnsanlar bunca sene sonra bile beni tanıdılar ya, eee ben de az değilim hani, tanımasalardı şaşardım. "
    " Vay Hacivat, fırıldak olmuş dönüyorsun! Yaptığın laf kalabalığı. İnsanlar seni tanıdılar ama ben varım diye seni tanıdılar. Ben olmasam, seni kim bilecek? Önce benim adım anılıyor. Ben başroldeyim, sen fagüransın. "
    " Hah hah ha. Ona fagüran değil, figüran derler. "
    " Ha fagüran, ha fegüran, ne fark eder? Doğrusunu kim bilebilir ki? "

    Serdar Yıldırım da, ilk andan itibaren Karagöz ile Hacivat'ın yanındaydı. Onların konuşmalarına kulak müşterisi olmuştu. Karagöz'ün konuşmasından imla, kelime, söyleyiş hatalarını cımbızla çekip alarak, diliyle şekillendirip, doğrusunu söyleyen Hacivat, Serdar'ın bilerek yaptığı hatayı cımbızladı: " Oğlum, yazıyorsun bari doğrusunu yaz. Ona kulak müşterisi değil, kulak misafiri denir. "
    Aynı anda kadının biri, yanındaki kadına şöyle demektedir: " Üniversiteli gençler galiba. Çok güzel rol yapıyorlar. Tıpkısının aynısı Karagöz ile Hacivat bunlar. "
    " Doğru kardeş, belli tiyatro eğitimi almışlar. Böyle gerçekmiş gibi rol yapan tiyatrocu az bulunur. Broadway yıldızları, bunlara bir bardak su veremez. "
    Üniversiteli gençler galiba, diyen kadının on yaşındaki oğlu annesinin dediklerine katılmıyordu. Annesi, çok güzel rol yapıyorlar, demişti. Bakın bu doğru olabilirdi. Dünya bir sahnedir dersek, onlar başroldeki aktörlerden ikisiydi. Dünya sahnesine çeşitli devirlerde, çeşitli oyuncular önderlik etmişti. Önderler, liderlik pozisyonlarını hiçbir zaman kaybetmezler ve yüzyıllar sonra bile, bu özelliklerini sürdürürlerdi. Önemli olan, iyilikleriyle, artı değerleriyle hatırlanmaktı. İşte Karagöz ile Hacivat: Bu ikiliye kötüdür, fenadır demek kimsenin aklına gelmezdi. Her tip insan için, biçilmiş kaftandılar. Korkunç zordur, herkes tarafından beğenilmek, takdir edilmek.
    Annesi son olarak, tıpkısının aynısı, Karagöz ile Hacivat sanki bunlar, demişti. Sankiyi aradan çıkartırsak, geriye ne kalır? Gerçekten bunlar Karagöz ile Hacivat olabilir miydi? Çocuk, annesinin elinden kurtulup, Karagöz'ün ağzıyla boğazı arasındaki yeri yani sakalını tutup çekiştirdi. Sakal sağlamdı, tutanın elinde kalmıyordu.
    Çocuk: " Anne, Karagöz'ün sakalı takma değil, " dedi ve diğer eliyle Hacivat'ın sakalını çekiştirdi. " Bak anne, Hacivat'ın sakalı da takma değil. Bunlar gerçekten Karagöz ile Hacivat, " dediyse de annesinin çatılmış kaşlarıyla karşılaşınca sustu.

    Serdar daha sonra Karagöz ile Hacivat'ı kalabalıktan kurtararak Muradiye semtine götürdü. Oradan Çekirge semtine inecekler ve ikiliye türbelerini ziyaret ettirecekti. Yolda Serdar, şu internet kafeye girelim de resimlerinizi görelim ve hayat hikayenizi okuyalım, dedi.
    Bunun üzerine Karagöz: " İnternet kafe mi? Ne interneti, ne kafesi? Güvercin kafesi filan gibi mi? "
    Serdar: " Hayır, güvercin değil, tavşan kafesi. Suya yazı yazarsın kalmaz ya internette havaya yazıyorsun kalıyor. Cep telefonunla resim çek, koy siteye, foruma, aylar sonra bile silinmez, bozulmaz. "
    Hacivat: " Cep telefonu mu? O da ne ki? "
    Serdar cebinden telefonunu çıkararak: " İşte bu. Sende de bundan bir tane olsun, ben burada sen Uludağ'da rahatça konuşup anlaşırız. "
    " Hiç o kadar uzaktaki iki insan birbiriyle konuşabilir miymiş " diyen Karagöz, Serdar'ın üstüne yürüdü. Serdar kaçtı, Karagöz kovaladı. Az sonra yorulan Karagöz, Serdar'ın peşini bırakıp bir kenara oturdu ve Hacivat'ın gelmesini beklemeye başladı.
    Karagöz çabuk sinirlenmişti ama siniri hemen geçti. Karagöz ile Hacivat kafede resimlerini görünce gururlandılar, hayat hikayeleri okununca duygulandılar. Hayat hikayelerinin son bölümünü okumadan geçen Serdar müthiş ikiliyi hala hayatta olduklarına inandırdı ve türbe ziyaretini kara listeye aldı. Onlara tarihsel ve teknolojik bilgi verdi.
    Serdar daha sonra Karagöz ile Hacivat'ı kapalıçarşıya götürdü ama onları oradaki izdihamda kaybetti. Ertesi gün Pınarbaşı'na giden Serdar zaman makinesini göremedi. Araç ortada yoktu. Karagöz ile Hacivat zaman makinesine binip gitmişler miydi? Yoksa belediye bu nedir deyip aracı çöpe mi atmıştı? Belediye aracı çöpe atmış olsa bile Karagöz ile Hacivat'ı da çöpe atacak hali yoktu. Serdar, Bursa sokaklarında çok aramasına karşın, onların izini bulamadı. Üzüntüsü doruğa çıkmıştı ki, bu hikayeyi yazıp rahatladı. Bu hikayenin Karagöz ile Hacivat'ın hatırlanması, akıllara düşmesi açısından yararlı olacağını düşündü.

    SON
     

Bu Sayfayı Paylaş